25 Temmuz 2010 Pazar

Kapadokya'da entelektüel bir ütopyanın gerçekleşmesinde etkin aktif dört kişi, Filiz, Murat ve Ülkü, Levent ve kısa söyleşiler, 2. Bölüm; Üçüncü yazı

İşte böyle etkin ve aktif bir Kapadokya düşü ile yollardayız, Uçhisar’dayız yine! Öykümüzde dört kişi var, dördü de 1960'ların ilk yarısında doğmuşlar ve dördü de İstanbul'da büyümüşler.

Filiz, Ülkü, Murat ve Levent. Onları çok farklı bir kulvarda hızlı koşarken izliyoruz. Doğaçtan her şey!

Bu dörtlünün yanında Ülkü ve Levent ile başabaş beşinci sırada ve en önde onların kızları Doğa adında bir koşucu daha var. Bakın nereden nereye geldik!

Abla Filiz Hanım İtalyan, kardeşi Levent Bey İspanyol filolojisi mezunu, ikisi de 1989’den beri kokartlı rehber, abla ayrıca İngilizce, Japonca.. Levent Bey ayrıca Fransızca konuşuyor.

Bu ikiliden Levent Beyin eşi ekonomist Ülkü Hanım sayılar arasında koşuyor.

Abla Filiz Hanım’ın eşi Murat Bey, İngilizce, Japonca, Fransızca konuşuyor ve rehberlik yapıyor, öte yandan Kapadokya Meslek Yüksek Okulu Şarapçılık ve Bağcılık bölümünde öğretim görevlisi.. Galatasaray Lisesi ardılı Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümünü 1989’da bitirmiş Murat Bey.

Kapadokya turizminde işte böyle bir ivme, yenilik ve değişim izliyoruz.
Bu dörtlüyü kısa söyleşi ile etkin aktif kameralarına davet ediyoruz.

Değerli İzleyici,

Burada nelerden söz ediyoruz! Kaliteli, etkin aktif insan kaynağı Kapadokya'yı seçti, diyoruz. Örneklerle biliyoruz ki, yabancı lise mezunları ülkemizde öğretim görevlisi olabiliyor. Gündemde yakıcı bir soru daha var! İyi de yerel tarihimizi de yabancılar mı yazacak?

İşte bu tür çalışmalarla bu satırların yazarı da iki kulvarda birden koşuyor. BİR; bu toprakların yerel tarihi yazılacak! İKİ; kaliteli insanlarla tanıtım/tanıma çalışmaları iki yönlü işler.
Çevre ve insan öyküleri yerel tarihi oluşturur.
Bakın bu kez nereden nereye!
Şöyle ki Kapadokya'da entelektüel bir ütopyanın gerçekleşmesinde etkin aktif dört kişi, Filiz, Murat ve Ülkü, Levent dörtlüsü ile söyleşi yapmak ve onları sizlere de tanıtmak üzere karşınıza geldik.

Kapadokya'da Uçhisar, işte böyle bir güç birliği ile yola çıkan bir kaliteye tanık oluyor. Daha önce bir bölümü (http://cappadociatekinsonmez.blogspot.com/) yayınlanan söyleşinin devamı için onlara mikrofunu uzatıyoruz.

Murat Bey bu kez söyleşinin merkezinde. Çünkü söyeşide üzüm, asma dalı, bağcılık ve şarap var. Bunlar olmadan Kapadokya nasıl yerli yerine oturacak. Diyorum ki, ‘Şarap ilginiz, nereden nasıl geldi Murat Bey? Kaç yıl oldu bu merak?

Diyor ki; ‘10 yıl önce şarapla ilgili araştırmalarım ve etüdlerim başladı. Aşağı yukarı işte 10 yıldır şarap turizmi yapıyorum. Valla birden gelişti, bunun zaten, şarabın virüs olduğunu söylerlerdi, hani bir girdi mi çıkmayan, birdenbire öyle gelişti, birkaç yayın okurken, yurt dışında bazı yayınları okurken, Türkiye’de malumunuz pek yayın yok bu konuda, işte Gusto diye bir dergi var, bir tek o çıkıyor, on yıldır falan, onun haricinde bir şey yok, yurt dışında Fransa’da Fransızca birtakım yayınları okurken birden gelişti, öyle birden girdi..’

Murat Bey’in yabancı dergilerde bağcılık ve şarapçılık konusunda yayınlanan makaleleri olduğunu da öğreniyoruz. Şarapçılık konusunda bölgede üstat sayılan Sayın Murat Yankı şarap ve üzüm tarihi konusunda dopdulu. Fakat onunla şarap içmek kısmet olmadı! Bu nedenle ne tür şarap seçer kopye veremiyorum. Kendi bağından derlediği üzümlerle şarap damıttığını eşi söyledi, bu kadarını biliyorum.

Fakat eşi Filiz Hanım çok özel kurabiyeler yaptı, ağızda kum gibi ergiyen gevrek tadına hayran kaldım. Filiz Hanım İtalyan filolojisi mezunu olmak, İngilizce ve Japonca koşmak gibi becerilerinin yanına bir de yemek kültürünü, ağız tadını modern ölçütlere vurmak alışkanlığı edinmiş. Durmadan yemek deneyimleri yapıyor, mutfağı bir laboratuar.

Yurt dışından gelen turistlere istenirse tek tek istenirse gruplarla birlikte mutfağa girmek gibi programlar da yapmış. Bazı acentalardan gelen önerilerle turist gruplara yemek dersi veriyor, yedirip içiriyor. Bu yedirme ritüeli sırasında, istenirse Murat Bey şarap kültü katıyor bu törene.

Böylece bu dörtlünün nasıl yüksek bir kalite çıtası ile Uçhisar’a geldiklerini de izliyoruz.

Soruyorum, ‘Filiz Hanım, bu nasıl bir duygu, size bakınca iştahlı bir insan olmadığınızı görüyorum. Kimin için böyle bir merak ortaya çıktı? Ne oldu size, anneniz mi yoksa bir gurme cini mi sürükledi mutfağa sizi?'

Filiz Hanım diyor ki; ‘Aslında hiçbir zaman annemle mutfağa girmedim. Ortaokul ve lisede ders çalışırken, Levent bilir, mutfağa girerdim. Bir bakarsınız ben tatlı yağdırıyorum, işte kek, yemek falan yapıyorum. Yemezdim, yedirmeyi seviyorum. Evlenmeden önce bir tas salata yapardım.. bekar da yaşadım, Levent’le birlikte de yaşadık İstanbul’da. Sonra o bir dönem burs kazandı İspanya’ya gitti, ben yalnız kaldığım dönemde.. bana otu verin, yani herhangi bir.. zeytinyağını, biraz nar ekşisi falan işte, limon suyu tamam, benim en güzel yemeğim. Fakat evlendikten sonra, eşim sevdiği için, eşim olduğu zaman evde yemeğimi yaparım.’

Levent Bey; ‘İnsanları toplamak için en iyi çözüm yemek yapmak. Artık temalı yemeklere başlıyoruz mesela Japon yemekleri, Japon gecesi, İtalyan gecesi,’ diyor.

‘Öyle oluyor ki,’ diye söze giriyor Filiz Hanım, ‘arkadaşlar Filiz, yeni bir deneme yok mu diyorlar.. artık yani o hale geldi. İşte yemek kurslarına gittim yıllarca İtalya’da, İstanbul’da. Şimdi burda yemek kursu yapıyorum yabancılara. Hemen hemen her şeyi pişiriyor yeni denemeler yapıyorum.’



Levent Bey söze giriyor; ‘Alışveriş yapıyorlar, ön hazırlıklar birlikte yapılıyor. Kurs, biraz böyle daha çok gastronomi üzerine. Şarapla birlikte düşündük, daha sonra yemek kursunda karar kıldık. Örneğin yemek dolmadır, dolmanın nasıl yapıldığıyla ilgili alışveriş yapılacak sonra buraya gelinecek, hep birlikte mutfak içerisinde denetmen, öğretmen eşliğinde kendileri yapacaklar ve kendi yaptıkları yemeği yiyecekler.’


Filiz Hanım diyor ki; ‘Geçende iki Amerikalı geldi, birlikte alışveriş yaptık, ondan sonra mutfakta başladık, hem sohbet, hem yemek. Yemeği birlikte pişireceğiz... Tabii, şimdi bizde kalan misafirler olabilir, otelde veya dışardan isteyenler ve bu da sınırlı sayıda, iki kişi olabilir, ama sekiz kişilik kurs hazırladık,’

Diyorum ki Levent Bey; ‘Bunun saat başı ya da günlük bir ödemesi mi olacak?’

‘Kişi başına bir ödeme, yarım günlük bir tur, sabah veya öğleden sonra,’ diye yanıt veriyor Levent Bey.

‘İyi de bir şarap konusu da var,’ diyorum. Murat Bey ile bu konuyu biraz işleyelim. Yemek için gelen turistlere biraz da şarap anlatısı yapacak mısınız? Örnegin üzüm göçü, diye bir konu var Murat Bey’de! Anadolu’dan İtalya’ya giden bağcılık, şarapçılık tarihi gibi bir şey!’

Murat Bey; ‘Üzüm göçü, yani Türkiye’den üzüm göçü anlamında bir şeyi, böyle hızlı İtalyanca bir dergi var, her ay alıyorum, ona böyle bir bakarken... evet, ben İtalyanca’yı sonradan öğrendim, şarap için öğrendim İtalyancayı, şarabı İtalya’da okudum... ondan sonra, okurken birdenbire Merzifon gözüme çarptı, allah allah dedim İtalyan dergisinde Merzifon falan.. sonra aradım buldum orda şey yazıyor, Truva savaşı sırasında Marzemino diye bir üzümün, aslında Merzifon adından geldiği... Truva savaşına katılan ve Yunanlılara karşı Truva'ya yardım eden Patlagumyalılar yani Merzifonlular o zaman geri dönemiyorlar ve göçle gidiyorlar İtalya'nın kuzeyine kadar ve şu anda Alplerin eteklerindeler.’

Değerli izleyici,

Bu dörtlünün ekonomi vitesi ve artı eksi yönünde koşan dörtlünün mali yönetimi, Levent Bey’in eşi ve Doğa’nın annesi, Ülkü Hanım’ın ellerinde.

Diyorum ki; ‘Ülkü Hanım siz rehber değilsiniz! Nasıl oldu, bu güzel rüzgara kalbinizle mi yakalandınız yoksa?’

Diyor ki; ‘Ben buraya gelene kadar, daha doğrusu Levent’le evlenene kadar turizmle hiçbir ilgim yoktu. Turist olarak geziyordum. Ekonomi okudum, satış ve pazarlama müdürlüğü yapıyordum reel sektörde. Beş sene kadar önce bıraktım, burada turizmci oldum.’

Son olarak diyorum ki; ‘Çok sayıda konuk turist var ve bunların bazıları Japonca, bazıları İtalyanca, bazıları Fransızca ya İngilizce yemek isteyecekler. Hepsi de aynı günde ve aynı saatte, mutfağa girecek ve terasta aynı saatte pişirdiklerini yiyecekler. İyi de siz bu kadar yoğun bir trafiği, sadece Filiz Hanım’ın mutfak becerisi ile karşılayabilecek misiniz?

Filiz Hanım gülerek yanıt veriyor; ‘Levent de mutfakta başarılıdır, çok güzel yemekler yapar o da. Hatta biz bazen abla kardeş gireriz, hadi şunu yapalım hadi bunu yapalım falan filan.. böyle gireriz mutfağa.’

Levent Bey söz alıyor; ‘İnsanlar farklı şeyler arıyor, aslında bunlar çok ön plana çıkacak olan şeyler.’

‘Tatmin ediyor mu ekonomik açıdan, bunca zahmet.. o insanlarla uğraşmak,’ diye tuhaf bir soru atıyorum ortaya. Bu soruya şaşıyorum!

Levent Bey diyor ki; ‘Şimdi açıkcası burayı açtık, üç beş ay falan oldu, yani sonunda ekonomik olarak tabii tatmin etmiyor.. ama insan.. inanın bize, insanlar geldiği zaman, eğendikleri zaman, bir de teşekkür ettikleri zaman.. yorgunluk kalmıyor.. yani bizi çok çok takdir ettiklerine inanıyorsunuz, yani herşey, para falan ikinci planda kalıyor.’

Değerli İzleyici,

Görüldüğü gibi bu doğaçtan, içtenlikli ve içerikli söyleşi böyle saatlerce sürebilir.

Hele konu bir de üzüm kütüğü, şarap kültü tarihi ve yeni denenen yeme içme kültürü konularına gelirse...

En iyisi siz de bu tören gibi olan yemek kurslarına katılın ve Şıra'nın teraslarında Kapadokya doğasına doya doya bakın ve hayranlığınızı kendinizden bile gizlemeyin!

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, Stockholm, 25 Temmuz 2010
Fotoğraflar: Feryal Özkale Sönmez, Aralık, 2009 Uçhisar, Nevşehir

Bu söyleşinin ilk bölümü için
(http://tekinsonmez.com/)
ve
http://cappadociatekinsonmez.blogspot.com/
bakınız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder