25 Temmuz 2010 Pazar

Kapadokya'da entelektüel bir ütopyanın gerçekleşmesinde etkin aktif dört kişi, Filiz, Murat ve Ülkü, Levent ve kısa söyleşiler, 2. Bölüm; Üçüncü yazı

İşte böyle etkin ve aktif bir Kapadokya düşü ile yollardayız, Uçhisar’dayız yine! Öykümüzde dört kişi var, dördü de 1960'ların ilk yarısında doğmuşlar ve dördü de İstanbul'da büyümüşler.

Filiz, Ülkü, Murat ve Levent. Onları çok farklı bir kulvarda hızlı koşarken izliyoruz. Doğaçtan her şey!

Bu dörtlünün yanında Ülkü ve Levent ile başabaş beşinci sırada ve en önde onların kızları Doğa adında bir koşucu daha var. Bakın nereden nereye geldik!

Abla Filiz Hanım İtalyan, kardeşi Levent Bey İspanyol filolojisi mezunu, ikisi de 1989’den beri kokartlı rehber, abla ayrıca İngilizce, Japonca.. Levent Bey ayrıca Fransızca konuşuyor.

Bu ikiliden Levent Beyin eşi ekonomist Ülkü Hanım sayılar arasında koşuyor.

Abla Filiz Hanım’ın eşi Murat Bey, İngilizce, Japonca, Fransızca konuşuyor ve rehberlik yapıyor, öte yandan Kapadokya Meslek Yüksek Okulu Şarapçılık ve Bağcılık bölümünde öğretim görevlisi.. Galatasaray Lisesi ardılı Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümünü 1989’da bitirmiş Murat Bey.

Kapadokya turizminde işte böyle bir ivme, yenilik ve değişim izliyoruz.
Bu dörtlüyü kısa söyleşi ile etkin aktif kameralarına davet ediyoruz.

Değerli İzleyici,

Burada nelerden söz ediyoruz! Kaliteli, etkin aktif insan kaynağı Kapadokya'yı seçti, diyoruz. Örneklerle biliyoruz ki, yabancı lise mezunları ülkemizde öğretim görevlisi olabiliyor. Gündemde yakıcı bir soru daha var! İyi de yerel tarihimizi de yabancılar mı yazacak?

İşte bu tür çalışmalarla bu satırların yazarı da iki kulvarda birden koşuyor. BİR; bu toprakların yerel tarihi yazılacak! İKİ; kaliteli insanlarla tanıtım/tanıma çalışmaları iki yönlü işler.
Çevre ve insan öyküleri yerel tarihi oluşturur.
Bakın bu kez nereden nereye!
Şöyle ki Kapadokya'da entelektüel bir ütopyanın gerçekleşmesinde etkin aktif dört kişi, Filiz, Murat ve Ülkü, Levent dörtlüsü ile söyleşi yapmak ve onları sizlere de tanıtmak üzere karşınıza geldik.

Kapadokya'da Uçhisar, işte böyle bir güç birliği ile yola çıkan bir kaliteye tanık oluyor. Daha önce bir bölümü (http://cappadociatekinsonmez.blogspot.com/) yayınlanan söyleşinin devamı için onlara mikrofunu uzatıyoruz.

Murat Bey bu kez söyleşinin merkezinde. Çünkü söyeşide üzüm, asma dalı, bağcılık ve şarap var. Bunlar olmadan Kapadokya nasıl yerli yerine oturacak. Diyorum ki, ‘Şarap ilginiz, nereden nasıl geldi Murat Bey? Kaç yıl oldu bu merak?

Diyor ki; ‘10 yıl önce şarapla ilgili araştırmalarım ve etüdlerim başladı. Aşağı yukarı işte 10 yıldır şarap turizmi yapıyorum. Valla birden gelişti, bunun zaten, şarabın virüs olduğunu söylerlerdi, hani bir girdi mi çıkmayan, birdenbire öyle gelişti, birkaç yayın okurken, yurt dışında bazı yayınları okurken, Türkiye’de malumunuz pek yayın yok bu konuda, işte Gusto diye bir dergi var, bir tek o çıkıyor, on yıldır falan, onun haricinde bir şey yok, yurt dışında Fransa’da Fransızca birtakım yayınları okurken birden gelişti, öyle birden girdi..’

Murat Bey’in yabancı dergilerde bağcılık ve şarapçılık konusunda yayınlanan makaleleri olduğunu da öğreniyoruz. Şarapçılık konusunda bölgede üstat sayılan Sayın Murat Yankı şarap ve üzüm tarihi konusunda dopdulu. Fakat onunla şarap içmek kısmet olmadı! Bu nedenle ne tür şarap seçer kopye veremiyorum. Kendi bağından derlediği üzümlerle şarap damıttığını eşi söyledi, bu kadarını biliyorum.

Fakat eşi Filiz Hanım çok özel kurabiyeler yaptı, ağızda kum gibi ergiyen gevrek tadına hayran kaldım. Filiz Hanım İtalyan filolojisi mezunu olmak, İngilizce ve Japonca koşmak gibi becerilerinin yanına bir de yemek kültürünü, ağız tadını modern ölçütlere vurmak alışkanlığı edinmiş. Durmadan yemek deneyimleri yapıyor, mutfağı bir laboratuar.

Yurt dışından gelen turistlere istenirse tek tek istenirse gruplarla birlikte mutfağa girmek gibi programlar da yapmış. Bazı acentalardan gelen önerilerle turist gruplara yemek dersi veriyor, yedirip içiriyor. Bu yedirme ritüeli sırasında, istenirse Murat Bey şarap kültü katıyor bu törene.

Böylece bu dörtlünün nasıl yüksek bir kalite çıtası ile Uçhisar’a geldiklerini de izliyoruz.

Soruyorum, ‘Filiz Hanım, bu nasıl bir duygu, size bakınca iştahlı bir insan olmadığınızı görüyorum. Kimin için böyle bir merak ortaya çıktı? Ne oldu size, anneniz mi yoksa bir gurme cini mi sürükledi mutfağa sizi?'

Filiz Hanım diyor ki; ‘Aslında hiçbir zaman annemle mutfağa girmedim. Ortaokul ve lisede ders çalışırken, Levent bilir, mutfağa girerdim. Bir bakarsınız ben tatlı yağdırıyorum, işte kek, yemek falan yapıyorum. Yemezdim, yedirmeyi seviyorum. Evlenmeden önce bir tas salata yapardım.. bekar da yaşadım, Levent’le birlikte de yaşadık İstanbul’da. Sonra o bir dönem burs kazandı İspanya’ya gitti, ben yalnız kaldığım dönemde.. bana otu verin, yani herhangi bir.. zeytinyağını, biraz nar ekşisi falan işte, limon suyu tamam, benim en güzel yemeğim. Fakat evlendikten sonra, eşim sevdiği için, eşim olduğu zaman evde yemeğimi yaparım.’

Levent Bey; ‘İnsanları toplamak için en iyi çözüm yemek yapmak. Artık temalı yemeklere başlıyoruz mesela Japon yemekleri, Japon gecesi, İtalyan gecesi,’ diyor.

‘Öyle oluyor ki,’ diye söze giriyor Filiz Hanım, ‘arkadaşlar Filiz, yeni bir deneme yok mu diyorlar.. artık yani o hale geldi. İşte yemek kurslarına gittim yıllarca İtalya’da, İstanbul’da. Şimdi burda yemek kursu yapıyorum yabancılara. Hemen hemen her şeyi pişiriyor yeni denemeler yapıyorum.’



Levent Bey söze giriyor; ‘Alışveriş yapıyorlar, ön hazırlıklar birlikte yapılıyor. Kurs, biraz böyle daha çok gastronomi üzerine. Şarapla birlikte düşündük, daha sonra yemek kursunda karar kıldık. Örneğin yemek dolmadır, dolmanın nasıl yapıldığıyla ilgili alışveriş yapılacak sonra buraya gelinecek, hep birlikte mutfak içerisinde denetmen, öğretmen eşliğinde kendileri yapacaklar ve kendi yaptıkları yemeği yiyecekler.’


Filiz Hanım diyor ki; ‘Geçende iki Amerikalı geldi, birlikte alışveriş yaptık, ondan sonra mutfakta başladık, hem sohbet, hem yemek. Yemeği birlikte pişireceğiz... Tabii, şimdi bizde kalan misafirler olabilir, otelde veya dışardan isteyenler ve bu da sınırlı sayıda, iki kişi olabilir, ama sekiz kişilik kurs hazırladık,’

Diyorum ki Levent Bey; ‘Bunun saat başı ya da günlük bir ödemesi mi olacak?’

‘Kişi başına bir ödeme, yarım günlük bir tur, sabah veya öğleden sonra,’ diye yanıt veriyor Levent Bey.

‘İyi de bir şarap konusu da var,’ diyorum. Murat Bey ile bu konuyu biraz işleyelim. Yemek için gelen turistlere biraz da şarap anlatısı yapacak mısınız? Örnegin üzüm göçü, diye bir konu var Murat Bey’de! Anadolu’dan İtalya’ya giden bağcılık, şarapçılık tarihi gibi bir şey!’

Murat Bey; ‘Üzüm göçü, yani Türkiye’den üzüm göçü anlamında bir şeyi, böyle hızlı İtalyanca bir dergi var, her ay alıyorum, ona böyle bir bakarken... evet, ben İtalyanca’yı sonradan öğrendim, şarap için öğrendim İtalyancayı, şarabı İtalya’da okudum... ondan sonra, okurken birdenbire Merzifon gözüme çarptı, allah allah dedim İtalyan dergisinde Merzifon falan.. sonra aradım buldum orda şey yazıyor, Truva savaşı sırasında Marzemino diye bir üzümün, aslında Merzifon adından geldiği... Truva savaşına katılan ve Yunanlılara karşı Truva'ya yardım eden Patlagumyalılar yani Merzifonlular o zaman geri dönemiyorlar ve göçle gidiyorlar İtalya'nın kuzeyine kadar ve şu anda Alplerin eteklerindeler.’

Değerli izleyici,

Bu dörtlünün ekonomi vitesi ve artı eksi yönünde koşan dörtlünün mali yönetimi, Levent Bey’in eşi ve Doğa’nın annesi, Ülkü Hanım’ın ellerinde.

Diyorum ki; ‘Ülkü Hanım siz rehber değilsiniz! Nasıl oldu, bu güzel rüzgara kalbinizle mi yakalandınız yoksa?’

Diyor ki; ‘Ben buraya gelene kadar, daha doğrusu Levent’le evlenene kadar turizmle hiçbir ilgim yoktu. Turist olarak geziyordum. Ekonomi okudum, satış ve pazarlama müdürlüğü yapıyordum reel sektörde. Beş sene kadar önce bıraktım, burada turizmci oldum.’

Son olarak diyorum ki; ‘Çok sayıda konuk turist var ve bunların bazıları Japonca, bazıları İtalyanca, bazıları Fransızca ya İngilizce yemek isteyecekler. Hepsi de aynı günde ve aynı saatte, mutfağa girecek ve terasta aynı saatte pişirdiklerini yiyecekler. İyi de siz bu kadar yoğun bir trafiği, sadece Filiz Hanım’ın mutfak becerisi ile karşılayabilecek misiniz?

Filiz Hanım gülerek yanıt veriyor; ‘Levent de mutfakta başarılıdır, çok güzel yemekler yapar o da. Hatta biz bazen abla kardeş gireriz, hadi şunu yapalım hadi bunu yapalım falan filan.. böyle gireriz mutfağa.’

Levent Bey söz alıyor; ‘İnsanlar farklı şeyler arıyor, aslında bunlar çok ön plana çıkacak olan şeyler.’

‘Tatmin ediyor mu ekonomik açıdan, bunca zahmet.. o insanlarla uğraşmak,’ diye tuhaf bir soru atıyorum ortaya. Bu soruya şaşıyorum!

Levent Bey diyor ki; ‘Şimdi açıkcası burayı açtık, üç beş ay falan oldu, yani sonunda ekonomik olarak tabii tatmin etmiyor.. ama insan.. inanın bize, insanlar geldiği zaman, eğendikleri zaman, bir de teşekkür ettikleri zaman.. yorgunluk kalmıyor.. yani bizi çok çok takdir ettiklerine inanıyorsunuz, yani herşey, para falan ikinci planda kalıyor.’

Değerli İzleyici,

Görüldüğü gibi bu doğaçtan, içtenlikli ve içerikli söyleşi böyle saatlerce sürebilir.

Hele konu bir de üzüm kütüğü, şarap kültü tarihi ve yeni denenen yeme içme kültürü konularına gelirse...

En iyisi siz de bu tören gibi olan yemek kurslarına katılın ve Şıra'nın teraslarında Kapadokya doğasına doya doya bakın ve hayranlığınızı kendinizden bile gizlemeyin!

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, Stockholm, 25 Temmuz 2010
Fotoğraflar: Feryal Özkale Sönmez, Aralık, 2009 Uçhisar, Nevşehir

Bu söyleşinin ilk bölümü için
(http://tekinsonmez.com/)
ve
http://cappadociatekinsonmez.blogspot.com/
bakınız.

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Datça’yı bir ‘Huzur Kent’ yapmak isteyen bir belediye başkanı, masal masal içinde bugün etkin aktif sunumda. Sayın Tokcan ile söyleşi; İkinci yazı

Datça'da aktif etkin ve özgün bir çocuk şenliği yapıldı beş altı hafta önce.

Birkaç bin çocuk, çocukluklarını doya doya yaşadılar; anne ve babalar mutlu oldu.

Çocuğu sevinçle dolup taşan hangi anne ve baba mutlu olmaz!

Datça ile ilgili masallar canlandırıldı. Şöyle ki bir masal kahramanı ortaya çıktı bu anlatılarda.

Bu masalda bakın ne var! Datça’yı bir ‘Huzur Kent’ yapmak isteyen bir belediye başkanı...

Çocuk şenliği etkinliğine bakarak, diyorum ki Yarımada’nın çocukları...

Çocuklar etkin bir üretim dinamiği yakalamışlar.

İçlerinde, yarının belediye başkanları, kaymakamları, ressamları...

Yarının öğretmenleri, yazarları ve gazetecileri, yarının büyükelçileri, başbakanı bile bugün burada aramızda olabilir?

Neden olmasın? Geleneksel kültürü koruyan fakat değişen yeni insanla şenlikler kültürü ile de aktif bir belediye burası!

Belediye’nin sunduğu olanaklar.. köylerden de çocuklar var, okul, sünnet, sonra düğün.. büyük bir yarımada burası.

Büyük kentlerde kıstırılmış olan insanlara doğa coşkusu ile temiz bir çevrede soluk alıp verme fırsatı yaratmak isteyen bir Belediye Başkanı var.

Bu masalda başka şeyler de var evet!

Datça’da Köy Enstitüsü mezunu öğretmen bir babanın oğlu. Masalda bu da var!

İşte bir masal daha! Bu söyleşi sürerken, çocuk şenliği de yoğun bir program çerçevesinde sürüyor.

Hemen her yanımızda masalar, masalar.. çocuklar çocuklar.. özellikle boyama, resim takımları ile dolu nereye baksak.. dahası çocuklar ilgiyle çok ciddi bir ilgiyle resim yapıyorlar ve dışarıdan katılanlar da var.. bazı çocukların yüzlerinde çiçekler açıyor.

Durmadan daha renkli daha canlı fotoğraflar çekiyoruz.

Her yerden pembeler maviler fışkırıyor neredeyse. Bu denli renk coşkusu başka yerde görmedik, nasıl oldu bu, bir masal rüya sanki.

Balonlarla şenlikli ve topaçların fıldır fıldır döndüğü parkta ve evet çocukların masalarda boyama yaparak yaratıcı düş peşinde koştukları bu parkta, daha doğrusu Datça’da ne yapmak istiyorsunuz, diye aynı soruyu... evet!

Evet, Datça Belediye Başkanı Sayın Şener Tokcan’a da soruyorum...

Sayın Tokcan diyor ki; “Rüyamız vardı.. şöyle vardı, Datça’ya Kaymakam olursak, başkan olursak, en yetkili kişi olursak Datça’da evet... Datça’yı dünyaya açmak, tanıtmak gibi bir düşümüz oldu. Küçüklüğümüzde.. işte ben buranın en büyüğü olsam gibi, en yetkilisi olsam gibi bir hayal kurduk. O günkü durumda Datça’ya hizmet etmek için düşler kurduk. Datça’nın tanıtımına katkıda bulunmak için…

Sayın Başkan diyorum, 'Simbat’ın masalı gibi bir şey. Ya da Alaattin'in lambası!'
‘Buranın en büyüğü en yetkilisi olsam gibi bir hayal kurduk,’ dediniz. Fakat bu oldu! Şimdi ne istiyorsunuz?

‘Benim hayalimde böyle bir hedef yoktu. Hedef Datça idi. Açık konuşmak gerekirse Yarımadamız’ın tanıtımını istiyoruz. Datça’yı insan profili olarak, kent profili olarak en iyi duruma getirmek hedefimiz. Datça'nın insanlarıyla, sokaklarıyla rahatça yaşanabilir olması hedefimizdir. Modern, hiç kimsenin kimseyi rahatsız etmeyeceği bir kent.

Datça için Belediye Başkanlığı işte, böyle bir düşünüz, böyle bir rüyanız vardı. Ya modern bir kentte çevre sorunları.. düşünüz, bu yok mu?

Başkan Sayın Tokcan, diyor ki, Tekin Bey, bu ilginiz bizim motivasyonumuzu artırıyor, çok teşekkür ederim. En hassas olduğumuz konu budur. Çevre! Çünkü çevre kirliliği, görüntü kirliliği, ses kirliliği olur.. bunlar bizim üzerinde hassasiyetle durduğumuz konular. Biz şunu söylüyoruz hiç kimsenin müziği yanındaki kişiyi rahatsız etmemeli. Bunlar belli bir volumde olacak. Biz bu konuyu anlatarak bir yere vardık. Her insanın bir seçme hakkı olacak. Her türlü çevresel kirlilik, gürültü kirliliği bizim için önemlidir. Huzur kent yapmak istiyorum ben burayı Tekin Bey...

‘SORU; Düşünüzde köylerden çocuklar var mı? Okul, sünnet, düğün.. büyük bir yarımada burası. Tüm Yarımada’da bu çocuk şenliği gibi şenlikler yapılabilir mi düşünüzde?

YANIT; Tekin Bey, belediye başkanının sorumluluk alanı belediye sınırları. Bu sınırlar içinde oluşan, varolan kültürü, geleneği öncelikle korumak.. fakat benim ilgi alanım bütün Yarımada. Sonuç olarak bizimle köyler arasında bazen ekonomik, bazen turizm, bazen kültürel ama her alandaki bağları güçlendirmek bizim hedefimiz. Çünkü burası, Datça tek başına yeterli değil. Ben Yarımada’da olan her olayla ilgileniyorum. Orada bir sünnet varsa, orada bir düğün varsa, orada bir hastalık varsa biz oradayız ve köylülerimizin yanındayız.


SORU; Köylülerin kendileri için olan ekolojik tarım ürünlerine pazar açma, onları tüketici ile buluşturma konusu da var mı?

YANIT; Var! Var, köylülerimizin ürünlerinin pazara getirilmesi konusu.. bizim haftada iki gün sadece üreticilerin yer aldığı pazarımız vardır. Artı, çok yakında sadece evlerde kadınlarımızın ürettiği, ördüğü şalı, başörtüsünü, iğne oyasını sergileyecekleri, satacakları yer yapacağız. Yeni bir sokak açıyoruz kadın el sanatlarına ve sadece ev kadını olacak bu pazara katılanlar. Ekolojik tarıma gelince.. bizim Kent Konseyi Başkanı arkadaşımız Orhan Bey, dernekler.. sivil toplum kuruluşları bu konudaki boşluğu doldurmaya çalışıyor.

SORU; Sayın Şener Tokcan, çevreci bir başkanla karşı karşıyayız..Datça adına.. dünyanın işitmesini istediğiniz bir mesajınız var mı? Nedir?

YANIT; Evet! Bütün dünyayı Datça’ya bekliyoruz. Uygarlık görsünler burda, temizlik.. burada doğa görecekler bu bir şanstır. Dünyadaki insanları ikiye ayırıyoruz. Datça’yı görenlerle görmeyenler diye bir tanım var. Gelsinler görsünler.





'1949’da Datça İlçesi'ne bağlı Mesudiye Köyünde doğdum, diyor, masal kahramanı. '1966 yılında İstanbul’a gittim, 1970’de üniversiteyi bitirdim. 68 kuşağındanım,’ diyor masaldaki kişi Sayın Tokcan. 'TRT’de uzun yıllar çalıştığını, medya kulvarlarından geldiğini,' söylüyor. Emekli olunca Datça’ya daha sık uğramış ve sonunda Datça'yı dünyaya tanıtımda görev almaya hazırlamış kendisini.

Datça Belediye Başkanı, Sayın Tokcan ile söyleşi burada sona erdi. Masal burada sona ermiyor! Masallar dil coğrafyası kalıtı olarak yüzlerce yıl, o dil ölünceye dek sürer. Bir de çocuklar masal kahramanları yaratmaya başlamışsa, kimseler durduramaz o dili ve o masalları...

Değerli İzleyici,

Başkan Sayın Tokcan ile bir üstteki fotoğrafta yan yana gördüğümüz, bir başka masal kahramanı Sayın Orhan Keskinsoy da burada. Datça Kent Konseyi Başkanı ve Tüketici Hakları Derneği Başkanı ki onun parmak izlerini de bu şenlikte görebiliyoruz, onunla olan söyleşiyi dinlendiriyoruz.

Çocuk müzesi çalışmaları ile bu şenliğe canlılık katan, etkin aktif lokomotif olan grubun başkanı, bir masal kahramanı da Sayın Necla Ülkü Kuglin! Onunla da söyleşi yaptım (http://kentinsanolay.blogspot.com) ayrıca özellikle de sordum.

'Bravo doğrusu,' dedim. 'Datça'da gördüğüm bir masal evet, fakat bu masal nasıl masal,' dedim.

'Çocuklar mı masal kahramanı, yoksa masallar mı henüz çocuk?'

Dedi ki, 'Tekin Bey, Almanya’da Mannheim kentinde de bunları yirmi beş yıl önce, kitaplarla dolu bir odada, senin de bulunduğun, Ayşegül’ün, Sevi’nin, Jörg Kuglin’in, İnci ve Umut'un da bulunduğu uzun bir masanın çevresinde oturarak günlerce konuşmuştuk…'

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, 30 Mayıs 2010, Datça, Muğla

Fotoğraflar; Feryal Özkale Sönmez, 30 Mayıs 2010, Datça, Muğla

Konu nedir, diye sorduğunuzda, kesin bir betimleme, ya belirtme yapamayacağım; İlk yazı

İyi ki geldiniz! Hoş geldiniz!

Etkin aktif ya da Aktif etkin, bir fark var mı?

Burada doğru tümce, “Etkin aktif ya da aktif etkin, bu ikisi arasında bir fark var mı,” olmalıydı.

Bu satırların yazarı burada neler yapmak istiyor?

Konu burada ya orada, bu iki söz arasında ayrım var mı, yok mu değil.

Burada doğru tümce,"Konu burada ya orada, bu iki söz arasında ayrım var mı, yok mu konusu değil," olmalıydı.

Değerli İzleyici,

Konu nedir, diye sorduğunuzda, kesin bir betimleme, ya belirtme yapamayacağım.

Burada doğru tümce; "Konu nedir? Bu soruya kesin bir betimleme ile yanıt veremeyeceğim, kesin bir belirtme yapamayacağım," olmalıydı.

Konuyu ilk baştan adlandırmanın getireceği sıkıntılar değil kaygılarım.

Konuyu belirterek işe girişmenin getireceği dar alan futbolunun nasıl oynanacağını bilirim.

Burada doğru tümce;

"Konuyu belirterek işe girişmenin getireceği dar alan futbolunun nasıl oynanacağını iyi futbolcular bilir," olmalıydı.

Bununla birlikte; varsın olsun, dar alan olsun, derim.

Bu tür bir futbol, bence en iyi futboldur; beceridir.

Şöyle ki dar alan futbolu, daralan savunması getirir.


Daralan savunması, daralan bir soluk alıp verme, kısacası daralan nefesle yapılamaz. Nefes ayarı ister.

Konu futbol kulvarına girmişken, bir koşu dolduruş yapmak da bir yerde konuyu belirterek işe girişmektir.

Bu satırların yazarı burada neler yapmak istiyor? Gerçekten de karşılıklı konuşacak mıyız? Konuşacak bir şey kaldı mı?

İyi de neyi konuşacağız? Hiçbir şeyi belki de! Belki de çok şeyi!

Görelim! Bakalım! İyi ki geldiniz! Hoş geldiniz!

Sevgi, İçtenlik...

Tekin SonMez
Feryal Özkale Sönmez; Fotoğraflar