2 Mart 2011 Çarşamba

Kars Platosu'ndan Doğu Ekspresi ile Ankara'ya gireceğiz. Cemal Bey, kardeşi Kemal Bey yan yana yerde oturuyorlar 1936.. Sarıkamış...

Kars Platosu, Sarıkamış, Ankara ekseni üzerinde iz süreceğiz demiştik.

Cemal Bey Efsanesi yeni doğan Başkent üzerinde yükseliyor, diye söze ara vermiştik.

Ne oldu? Ankara, 1950’ler ve Cemal Bey Eefsanesi’ne ne oldu?

Renkli bir hayat yaşamış, 1924 doğumlu Cemal Bey, unutulmuş bir fotoğrafı koşturur.

Sarıkamış 1936 blog dizisi de işte yine buna benzer nedenlerle bu satırların yazarını konuşturur.

Bu efsanede çok şey var. Ankara’ya bir yoldan gireceğiz, demiştik. Evet!

Bir roman nasıl yazılır, derken, bunlar Ankara tarihi için başlangıç noktası olabilir.

Değerli İzleyici,

Ankara, bugünkü haber yazı, denizin ortasında yükselen bir ada gibi tarihe dönük bir çerçevede işliyor.

Cemal Bey Efsanesi önhazırlık, başlangıç yazıları olarak şu bloglarda sizleri bekliyor...

İlkin http://edebiyattekinsonmez.blogspot.com/

Ardılı blog; http://karstekinsonmez.blogspot.com/

Dönem öyküleri için birinci derecede kişilere gidemiyoruz. Onlar yok!

Örnekse en üstte (1950) eşiyle yan yana halası Fatma Hanım ve fotörlü Cemal Bey yok.

Örnekse en alttaki grupta (1950) Selahattin Bey, büyük hala Fatma Hanımın oğlu yok.

Fotörlü, otuzunda ticaret ve bürokrasi içinde olan Cemal Bey bugün yok. Ne oldu?

Müzik tutkunu, TRT Ankara radyosunda tarım programında yıllarca konuşan, sesi güzel arıcılık uzmanı... Nerede?

Üstte (1950) gördüğümüz fotörlü, 1920’lerdeki Hollywood aktörü görüntüleriyle yansıyan Cemal Bey yok bugün.

Cemal Bey 1924, Sarıkamış Bardız, Kars doğumlu.

Anlatılmaya değer çocukluk günleri ve Ankara Ziraat Fakültesi...

Çok farklı nüfus hareketleri Ankara’yı merkez yapmış durumda.

Ailenin dört nala koşan atlısı, o günler ailenin en yüksek uçan kanatlısı Cemal Bey.

Cemal Bey, 1950 başları ya 40’lı yılların sonunda Ankara’da.

Lise mezunu bir genç ne yapar Ankara’da?

Yirmi beş yaşlarında Ziraat Fakültesi mezunu olur.

Ankara, onunla Ankara olur. Bu bir anlamda Cemal Bey’in Ankara’sıdır.

Öykü kahramanları Ankara sahnesinde birer birer rol aldılar o yıllarda.

Anlatı olarak geride ne kaldı, diyeceksiniz. Bakın rol dağılımı yeni başladı.

Sinema tekniği gibi olayı geri sarıyorum.

Cemal Bey, kardeşi Kemal Bey yan yana ikisi de yerde oturuyorlar Sarıkamış 1936'da.

Ayakta ardılı iki kardeş; Kerem Bey ve Celal Bey sırasıyla ikişer yaş var aralarında.

Altı erkek kardeş, üç kız kardeş... şimdi neredeler?

Geçmiş işte bu fotoğraflarda durur. Yol ayrımları da örtüşen, ayrışan yanlar da olur.

Sağda (1936) bağdaş kurmuş çocuk grupta sol başta (1955) durur.

Değerli İzleyici,

Sağda 1924 Sarıkamış doğumlu Cemal Şenocak, 1936’daki o fotoğrafta on iki yaşındadır.

Bu fotoğrafta gördüğünüz on iki yaşındaki köy çocuğu Cemal Bey... Tahmin edin bakalım!

Yeni oluşan Ankara ticaret burjuvazisi ya da Türkiye bürokat burjuvasi içinde yer alacak mı?

Bu projenin birkaç ayrı hedefi var. İlk anlatıda değindim.

İlkin düz bir koşu. Sonra virajlar, çakışan ve ayrışan yollar öne çıkacak.

İlk hedef; bir aile ve Kars Platosu'ndan yola çıkan nüfus hareketleri ile Ankara tarihi için bize bazı anektodlar verecek.

Cemal Bey Ankara yüksek bürokrasi çevresine yükselir.

Cemal Bey iki kulvarda aynı anda koşar.

Mekik gibidir bu koşular. Sakin tırmanır, serinkanlılıkla yolunda ilerler.

Birisinden hız alır, tekerlek patinaj yapmadan gövde bir ötekine sıçrar.

Şöyle ki potansiyel enerji, bir anda kinetik enerjiyi de üretir.

İniş bu teknikte yoktur. İnişi de başka bir yükseliş için ortaya çıkar.

Cemal Bey, Ankara yüksek bürokrasi çevresinde Ziraat Bakanlığı kadrosu ile geleceğini hızlandırır.

Ankara ticari burjuvazi kesiminden Sevim Hanım'la evlenerek, Türkiye'nin geleceğinde sağlam yerini alır.

Vagonun birisi inerken, ötekini yukarı çeker... Bir tahtaravalli gibi Cemal Bey ne yaparsa yapsın hep yükselir... Evet!

Tünelin sonundaki bir nokta ışık gibi beliren bakanlık koltuğuna doğru vakur adımlarla tek başına ve modern bir Gandi gibi pasif/etkinlikle ilerler.

(Sürecek)

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, Stockholm, 2 Mart 2011

ilk fotoğraf; 1950, Ankara
ikinci fotoğraf; 1955, Ankara
üçüncü fotoğraf; 1960,
dördüncü fotoğraf; 1936 Sarıkamış, sol köşede oturan Cemal Bey,
beşinci fotoğraf; 1936 Sarıkamış Cemal Bey
altıncı fotoğraf; 1955, Ankara

17 Şubat 2011 Perşembe

Tarih nasıl yazılır? Bardız tarihi nasıl yazılır? Kağıttan şatolar, kartondan kuleler, buzdan bir kale kenti Bardız tarihi diye yola çıktık!

Bardız tarihi yazmaya kalkışmak cesaret ister! Cahil, cesur olur diye bir söz de var! Gerçek mi?

Kimilerine göre çok, çok kolay! Cesaret ilkin sağ köşedeki fotoğratı tanımaktan değil, onu anlamaktan geçer?

Kimdir bu? Neden ata binmiş ve neden o cazibeli görüntüyü vermiş?

Kız kaçırmaya giden bir atlı mı, yoksa okula gitmek için at binen bir ağa oğlu mu? Olsun!

Bu yol sırlı efsanelere iz süren, hızırın rüzgarını terkiye atmış kır atlının öyküsünü gerektirir.

Bir de erken yaşlarda gönül verme, ilkokul sıralarında bir Romeo öyküsüne hazırlanma serüveni olur.

Her Romeo bir Juliet gereksinir! Bunu nerede bulacağız? Bakın bir bu eksikti!

Kağıttan şatolar, kartondan kuleler kenti Bardız tarihi diye yola çıktık! Karşımıza bir atlı çıktı!

Bir de William Shakespeare adlı piyes yazarı, Romeo ve Juliet diye bir eser kaleme alıyor.

İyi de biz Bardız Tarihi’ni William Shakespeare piyeslerinden mi öğreneceğiz?

Öyle değilse eğer.. iyi de biz Shakespeare'den beş yüzyıl sonra mı yazacağız, Bardız Tarihi’ni?

Yaşamın cilvesine bakın siz! Bu atlıyı geçersek, daha doğrusu bu atlıyı savuşturursak belki birkaç satır dökülür ortaya bu kalemin ucundan.

Bardız/Bardez tarihi de sır olmaktan çıkacak ve bu satırların yazarına arkeolojik definesi ile açılacak.

Hani sırlarını, masallarla yarışan esrarını verecek ya, Bardız da bu satırların yazarını beklemiş demek...

Orada bir sevda baladı söyler gibi ağzını yarım açık tutuyor kır atlı.

Ne yapalım! Bu görselliğe zom yapalım! Yakın çekim yapalım. Yaklaştırdık işte!

Zaloğlu Rüstem gibi, Bardız'dan içeri girenlere karşı koyacak dersiniz hani!

Sağ yumruğu yarım havada ve ayak üzengide, dizginler elinde; sıkmış onu, at binicisinin altında oynar!

Binici de bunu biliyor. Bu nedenle atın yeleleri havalı. At sırtındakini tanıyor. Çok bakımlı bir at.

Belli ki bu atlının cirit atmak gibi bir derdi de yok.

Onu da yapar ve Kars Platosu yarışına da çıkar.

Şimdi bu ata ve atlıya biraz daha yaklaşalım! Atın dizginleri gergin.

Yeleleri dik, kuyruğu fırçalanıp taranmış, kaşağılanıp parlatılmış bir at. Kır at dediğin de böyle olmalı!

Bardızistan'da kır ata binmek için, sırla sırlanmış farklı bir yoldan gelir insan.

Bu doğanın atı daha çok dor, yağız olur. Bu kır at da nereden çıktı? Orası Çamlıbel mi?

Köroğlu'nun kır atı sanki, şahlanacak ve... rüyada olan periyi alıp gelecek.

Durun bakalım! On yılı var!

Değerli İzleyici,

Bu fotoğrafa nereden bakacağız? Yıl, 1940-45 arası olmalı.

Tamı tamına on yıl bekleyecek bir at ve atlı var...

Bardız Tarihi dedik, bu kır atlı yolu kesti. Geçemiyorum!

Bu at bu ergeni uçuracak! Görüyorum!

Ne yapabilirim?

Onun karşısına öteki fotoğrafı çıkarırsam, oradan geçebileceğimi cinler haber verdi! Olsun!

Biliyorum, bu genç, on yıl bekledikten sonra bendini taşmış su gibi, bu kır at ile o yakaya geçecek!

Şöyle ki, Shakespeare ile, Romeo Juliet trajedisi benzetmesi, çağrışımı olmasın.

Hiç de değil!

Aileleri düşman iki gencin ölümü göze alışlarını Shakespeare (1564-1616) bu klasik eserinde anlatır.

O sağdaki kır atlıya soralım isterseniz! Kahramanımız ne diyecek?

Kendisine soracak olursak, şöyle o kır atın üstünden bakan atlımız, diyecektir ki;

‘On yıl ne ki, 20 yıl bile beklerdim….’ İşittiniz mi? Yiğit dediğin de böyle olur.

Böyle bir öykü işte. Kızın babası, ağabeyleri on yıl sonra gel, diyesi olmuşlar da...

Hani, bu kır atlı da, hadi canım, sizde diyerek, o fotoğraftaki güzellerden bir başkasını terkisine atıp bir masal kahramanı gibi geçip gitmiş...

Olacak şey mi! Şimdi bu bilmecenin ikinci aşaması geldi.

Aslında konunun en civcivli yeri de burası.

Size göre solda Bardızistan güzelleri... Bilin bakalım hangisi? Evet birisi!

Kır atlıya sormayın! Bakın bu fotoğraftaki bir sır da, Bardız Tarihi'ni anlatır.

Bir gizdir bu. O kır atlı birisini gözüne kestirir ve on yıl bekler onu. İyi bakın onlara!

O çağ koşullarında, bugünkü çağdaş huriler sanki!

Yıl 1950 falan. Ne olsun? Şu olsun! Gönüller şen olsun!

Şen olasın buzdan kristal saçaklarıyla Bardız Kalesi! Gökten üç elma düşsün mü? Kalemin mürekkebi kurumazsa o da gelecek...

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, Stockholm, 17 Şubat 2011